MANİLA, Jeepney’siz olmaz …
Filipinler genellikle deniz tatili için seçilen bir ülke. Biz sadece başken Manila’yı seçtik. Direkt uçuşu olmayan iki şehir Manila ve Taipei ( Tayvan ) programımızı Singapur aktarmalı yaptık. Ara uçuşumuz Eva air ile.
Kanlı İspanyol sömürgesi döneminin etkilerinden birisi dillerindeki İspanyolca kelimeler. İkinci resmi dilleri ise İngilizce, yani görünürde iletişim sorunu yok. Ama sözkonusu taksiciler olunca iletişmek pek mümkün olamıyor. Taksi için en rahat ve taksimetreli olacağını düşünerek havaalanının taksi deskine gittik. Son kullanım süresini çeyrek geçmiş bir arabaya bindirdiler. Üstelik görevli eleman “hani benim bahşişim” demez mi … 10 dakikalık yol trafikle 20 dk. sürdü. Taksimetrede zaten kazıkladığı yetmezmiş gibi ( 350 Filipin pesosu PHP = 17 TL ) şoför trafik nedeniyle üstüne para istedi. Allahtan bizim de işimize gelmediğinde anlamama yeteneğimiz var ama yine de ilk kazığımızı yemiştik. Dönüş günü aynı yola yarısını ödedik. Makati Holiday Inn yeni ve güzel bir otel. Resepsiyonist kızın çalıştığı cruise gemileriyle çok gelmiş Istanbul’a. Bize standart oda fiatına delux oda verdi sağolsun. Odaya girdiğimizde soğuk algınlığı, nezle, klimalar ve yorgunluktan erkenden yattık.
Ertesi gün otelden normal bir taksi ile şehrin tarihi merkezine gittik. trafik tam bir felaket. Yarım saatlik yolu yaklaşık 2 saatte gittik. Manila yürüyerek gezilemeyecek bir şehir. Mesafeler uzun yollar kötü.
Toplutaşımada rengarenk jeepneyler ile beyaz klimalı minibüs “multi cap” lar ayrıca tren ve otobüsler var. Otobüslerde klimalı , videolu olup olmamalarına bağlı olarak 3 sınıf var. Ama hepsi de aynı hatlarda deli gibi sürüyorlar. Taksi pahalı olmamasına karşın dürüst şoföre rastlama olasılığı çok düşük. Biz de bütün toplutaşım alternatiflerini deneme cesaretini gösterdik. Şehir merkezine gelip City Hall , Ulusal Müze’yi görüp Rizal Park’a yürüdük. Müze kalabalık öğrenci gruplarıyla doluydu. Girişte çantaları emanet dolaplarına alıyorlar. Bahçesinde büyük bir gemi maketi bulunan Pambasang Müzesine de uğradık ama tadilattaydı.
Yürüyerek Filipinler’in özgürlüğünün babası Dr. Jose Rizal’in adıyla yapılan, Lunetta da denilen Rizal Park’a girdik. 2.dünya savaşında çok hasar gördüğünden yenibaştan yapılmış bir şehir Manila.
Tarihi bina kalmayınca kültür ve tarihlerini bu parkta anlatmaya çalışmışlar. Girişte kocaman bir havuzda 1700 küsür adası olan Filipinler’in maket haritasını yapmışlar. Biz de haritanın üzerindeki köprülerle bütün ülkeyi yürüyerek geçmiş gibi olduk. Devamında ilk ulusal kahramanları Lapu Lapu heykeli var. Mactan Adası sultanı olan Lapu Lapu İspanyol işgalcilerle savaşıp Macellan’ı öldürmüş. Adını bir balığa da vermişler. Asıl ünlü heykeli Mactan’daymış ama Rizal Park’daki de çok heybetli. Çin ve Japon bahçeleri, açık hava tiyatrosunu geçip Rizal ‘in öldürüldüğü yere yürüdük. Hedefimiz Dr. Rizal ‘in öldürüldüğü yerde yapılan heykellerin olduğu Martydom of Rizal Diorama . Göz doktoru, zoolog, yazar, şair olan Rizal İspanyollara karşı direniş ateşini yakan kişi. 3 Kasım 1896’da Fort Santiago’ya hapsedilmiş. Hapis süresince günlük ve mektuplar yazmasına rağmen ailesiyle bile çok sınırlı görüştürülürken Mi Ultimo Adios ( Elveda anavatanım diye biliniyor ) şiirini dışarıya çıkartmayı başarmış. 30 Aralık 1896’da hapishaneden çıkartılıp 1 km yürütüldükten sonra tam bu noktada arkasından ateş edilerek idam edilmiş. Paco mezarlığında defnedilerek güvenlik önlemleriyle ziyarete kapatılmış. 20 ay sonra Amerikalıların Manila’ya girişiyle ailesi cesedi alıp yakmış ve külleri Fort Santiago’da hapis yattığı , şimdi müze olan odaya konulmuş. İdam edildiği yere ücretli giriş var ( 50 php =2,5 TL). Giriş duvarında ünlü şiir İspanyolca ve İngilizce (My Last Farewell) yazılmış, Rizal’in hayatı rölyeflerle anlatılmış. Bahçeye girdiğimizde çok etkileyici bir sahne ile karşılaştık. Vurulma anı ve ailesiyle ilgili bazı kareler heykellerle canlandırılmış, 1901’de Avrupalı ve ABD’li sanatçılar tarafından yapılan bu heykeller, sanatsal değerleriyle de ülkedeki önemli eserlerden sayılıyorlar.
Tarihi şehir merkezi İntramuros’a yürüdük. Suriçi anlamına gelen bu bölge neredeyse Manila’da tarihi eser görülebilecek tek yer. Tipik kolonial dönem binalarından Casa Manila ( Manila Evi ) ve Augustin Kilisesine göz attık. Manila Katedrali restorasyonda olduğundan giremedik. Yemeğimizi ünlü Ristorante delle Mitre ‘de yedik. Psikoposların ve diğer üst düzey din adamlarının yemek yediği yer, artık tarihi bir restaurant. Din adamlarının başlıkları anlamındaki Mitre ismi, içeride sergilenen şapkalar, dini motifli dekorlarla desteklenirken çalışanların bir kısmı da gerçek rahibeler. Tabağın kenarında 2 dilim ekmekle servis edilen karidesli spagetti ve pek de pizzaya benzemeyen vejeteryan pizza ile karnımızı doyurduk.
Tarihi bölgenin içinde bile dizboyu fakirlik, derme çatma kulübeler, sokakta dilenciler var. Tur yaptırmak için paçamıza yapışan faytoncular ve 3-4 kişilik tricycle ( kabinli bisiklet ) sürücüleri de cabası…
Oradan da Fort Santiago’ya geçtik. İspanyolların silah deposu, hapishanesi ve yaşadıkları kale şimdi restore edilmiş. Rizal’in hapis yattığı müze odadan kalenin çıkışına kadar ayak izleri metal adımlarla belirlenmiş. Çok etkileyici. Dr. Rizal adımlarının sonunun ölüm olacağını, hangi saatte öldürüleceğini bir gün önceki mektubunda yazmış ve bile bile bu yolu yürümüş. Gençler adımlara sıralanarak poz veriyorlardı. Kale denize uzanan İlog Pasig nehri kıyısında . Çıkışta ilk jeepney deneyimimizi yaşadık. 2 kişi 22 PHP = 1 TL
Jeepneyler 1940’larda Amerikalılardan kalan jeeplerin, yanları açık, kamyonet-limuzin karışımı bir araca dönüştürülmesiyle ortaya çıkmış bir dolmuş.Filipin’in sembollerinden olan araçların tümü ,rengarenk, şasilerinin büyük kısmı el yapımı, hiç biri diğerine benzemiyor, hepsinin ayrı ismi var. Trafiğin çözümsüzlüğünün sebeplerinin başında gelen bu sevimli araca binmek için epeyce eğilmek lazım, çünkü tavanları çok alçak. Soğuğu tanımayan ülkede jeepneylerin de yanları açık, havadar, doğal klimalı.Karşılıklı oturma düzeniyle ortalama 18 kişilik. En uzun bindiğimiz yaklaşık 1 saatlik mesafeye bile kişibaşı 11 PHP, yani 50 kuruş ödedik. Paralar bizdeki dolmuşlar gibi elden ele aktarılıyor.
Kalabalık alışveriş semtlerinden Divisoria’ya yaklaştıkça hava kirliliği , egsoz kokusundan nefes almak bile zorlaştı. Hava kararmak üzereyken mahşeri kalabalık ve karmaşa içinde Divisoria Mall’e girdik. Labirent gibi daracık koridorlar elektronik, aksesuar, giysi.vs. çin mallarıyla doluydu.
Otele jeepney +otobüs aktarmasıyla geldik. Toplutaşım araçlarında para toplayanların para ve biletleri parmakları arasına yerleştirmeleri de ilginç ve çok pratik.
Otobüslerin indirme ve bindirme durakları farklı. Trafikte sadece bu kurala tam uyuluyor zaten…Otobüslerin klimalı ve videolu olanına bindik, koltuklar sağlı sollu 3’e tane ve daracık, herkes film izliyordu. İçerisi daha çok sinema salonuna benziyordu.
Ertesi günkü programımız, dünyada benzeri olmayan bir Çin mezarlığı. Otobüs+tren aktarmasıyla gittik. Tren rahat, ayrı kadın vagonları var ama aileleriyle binen erkeklere izin var.
Merkezden uzaklaştıkça ekonomik görünüm çok çok değişiyor. Otelimizin olduğu Makati bölgesi en modern finans merkezi. Gökdelenleriyle uçaktan bile farkediliyor.
Sahili de çok güzel. Bu mahalleler ise tam bir 3. dünya ülkesi. Suç oranının yüksek olduğu ülkede nüfusun % 41’i yoksulluk sınırının çok altında yaşıyor. Heryerde silahlı görevliler var. Gitmeden güvenlik uyarısı almamıza rağmen biz hiç güvenlik sorunu yaşamadık. Aksine çoğunun iyi konuştuğu İngilizceyle sıcakkanlı ve yardımsever davrandılar. Fotoğraf çekerken de gülerek poz veriyorlardı.
Çin mezarlığının girişinde yerel rehber olduğunu söyleyen Rodolfo yakaladı bizi.54 hektarlık alanı kendi başımıza gezemeyeceğimize ikna etti . Pazarlık 1 saati 450 Peso ile başladı. Yarım saat bize yeter dedik. “Yetmez” dedi. Fiyat ülke standartlarına göre yüksek,tutturabildiğine kazıklama mantığında olmasa çok soracağımız olduğundan rehber istiyorduk. Sonuç : 1 saat 300 PHP yaklaşık 15 TL.
Çin dışındaki tek Çin mezarlığıymış. Filipinli zengin çinli ailelerin servet ödeyerek kilise, tapınak, ev şekillerinde yaptırdıkları , bazıları 2 katlı aile mezarlığı 1877’den beri varmış. Budist, katolik, protestan, taoist inançlarına göre değişik yapılar var. İçlerinde tuvalet, mutfak olmasının nedeni sık sık ziyarete gelenlerin burada ailece yemek yemeleriymiş. Bazı mezarların içi açılmış. Cesetleri Çin’e götürenler varmış. Yakmak isteyenler krematoryuma 14 000 PHP ödüyorlarmış. Krematoryumun içine girdik ama fotoğraf yasak. Japon istilasından kurtulmaya yardımcı olanlar için dikilen anıtlar da var. Bazı mezarlar daha mütevazi, küçük ve tek odalı. Hayattaki aile bireylerine ayrılan boş mezarlar kırmızı renkle belirlenmiş. Daha da mütevazi olanlar ise duvarlarda kutucuklar içinde. Önlerine yiyecek, çiçek, buda heykelleri, fotoğraflar konulmuş. Hemen yandaki şömine gibi ocağın içinde de aileler ölülerinin ruhları için para ya da sembolik kağıtlar yakıyorlarmış. Her inanca açık olduklarını göstermek için Budist tapınağına konulan rahip Charles Polonka ‘nın heykelini de gösteriyor rehberimiz. Rodolfo çok soru sorduğumuz ve not aldığımız için bizi gazeteci zannedip ücretini 600 PHP olarak yazmamızı sıkı sıkı tembihledi.
Çin mezarlığından çıktıktan sonra trenle Quiapo’ya geçtik. Zenci İsa heykeli ile ünlü kilisenin etrafı pazar yeri. Ama öyle böyle değil. Kalabalığından geçtik, giyim-kuşam, yiyecekler,dilenciler, tarotçular, CD satıcıları… Dini figürler satan tezgahlar arsında yan gelip yatanlar bile vardı. Uzun bir teli sallaya sallaya satmaya çalışan adama ne sattığını sorduk. Evlerde tuvaletlerden yılan geliyormuş, bu teller o yılanları kovmak içinmiş. Kilise hangar gibi, her tarafı açık, pazarla içiçe. Bu kadar uluorta kilisede fotoğraf yasak. Görevliler tepemizde. Rica minnet iki poz alabildik.
Apsisteki İsa heykeli gerçekten zenci. Görevliye dümdüz sorduk :” İsa neden sadece burada zenci?” Cevap: “Tarih öyle söylüyor..” ????
Açııız, çok acıktık. Çevrede iştah açıcı bir görüntü yok. Yanımızdaki kraker ve leblebiler durumu idare edemiyor. Yandaki modern görünümlü binanın üst katında Jollibee tabelasını gördük. Mc Donald’s ‘a alternatif olarak açılmış 7/24 çalışan bir hamburgerci zinciri. Her yerde, özellikle Mc Donald’s ‘ların yakınlarınlarında Joolibee görülüyor. Temiz görünümlü, kalabalık, hamburgerden başka yemek de yenilebilecek bir yer. Hamburgerlerimizi aldığımızda tepsiye bakıp gülmekten yıkıldık. Amerikalıların Mc porsiyonlarının yanında kuş yemi büyüklüğünde 2 hamburgercik…
Hiç yoktan iyiydiler.
Ve ünlü Manila gün batımını izlemeye sahile gittik. Sahil çok güzel. Önce ünlü balık restaurantı Harbour View ‘e girdik. Denize uzatılmış iskele üzerindeki mekanın manzarası ve balık çeşitliliği süper. Finalde ünlü dondurmaları halo halodan istedik. Filipinler’e özel dondurma “karışık” anlamındaymış. Rengarenk bir servis geldi. Buz kırıkları üzerine haşlanmış mısır,mısır gevreği, fasulye, renkli jöle dilimleri… en üstte de çeşitli dondurmalar. ( mor renkli olan pancarmış, adı obi) Görüntü de lezzet de harika.
Sahilde yürümeye başladık. Satıcılar, turistler, fotoğrafçılar, balıkçılar.. herkes burada. Bir de ünlü “balut” satıcıları… Görüntüsü bile iğrenç hatta bazı Filipinlilerin bile yiyemediği bir ördek yumurtası. Civcivin yumurtadan çıkmasına az bir zaman kala yumurtayı haşlayıp yuzlayarak yediklerini düşünün. Çok yararlıymış. Bir tanesinin parasını ödeyip içini açtırdık, iğrene iğrene fotoğrafını çektik. Satıcı yemediğimize çok güldü. Lezzetli olduğunu ve güç verdiğini söyledi ama arkamıza bakmadan gün batımına yöneldik. Sahil boyu yürüyerek muhteşem gün batımını saniye saniye izleyip fotoğraf çektik. Balıkçılar, gemiler, batan güneş… tablo gibiydi.
Hava iyice karardığında CCP Kültür Merkezi’nin yakınındaki şık restaurant ve kafelerin olduğu bir yere geldik. Bizdekilere göre çok hesaplı olan karides ve kalamarların tadına bakarken yerel biraları San Miguel’i de denedik. Tadı değişik, fena değildi.
Manila’daki son gezme günümüzde özellikle çin mahallesine gittik. Çin takvimine göre bugün (30 Ocak) yılan yılı bitiyor, at yılına giriliyor. Kıpkırmızı süslü mahalleye girdiğimizde müzikli dragonlu bir sürü gösteriler vardı. Dükkanlar yeni yıl tatlıları yemekler , şans getiren süslemeler , çeşit çeşit at figürleri, kırmızı zarflarla dolu. Yeni yılda bizim bayramlar gibi, evlerde temizlik yapılıyor, aile ve akrabalarla kalabalık yemekler yeniliyor, büyükler çocuklara kırmızı zarf içinde paralar veriyorlarmış. Kötü ruhlara karşı çokça ses gereği nedeniyle davullar, gürültülü çatapatlar susmuyor. Ortalık duman içinde.
Oradan modern ve büyük alışveriş merkezi SM Asia Mall’a geldik. Yemek ve halo halo dışında ilgimizi çeken hiç bir şey olmadı.
Gece yarısı başta sahilde olmak üzere birçok yerde havai fişek gösterileri vardı. Çok güzeldi.
Havaalanına gidişimizde en dürüst taksiciye denk geldik. İlk gün ödediğimizin yarı fiyatına, klimalı,tarifesi daha pahalı olanıydı hem de…Taksici bildiği tek türk olan Yılmaz Bektaş’tan bahsetti bize…Filipinler’in dünya güzeli ile evli Türk Prensi diye sözetti.
Manila dünyada kendi nüfusuna göre yerleşik yabancı oranının en yüksek olduğu şehirmiş.Biz sevdik mi? Sevdik..Bir daha gelmek ister miyiz? I-ııh. Filipinler’e bir daha ki gelişimiz kesinlikle diğer adalarına,deniz tatiline olmalı..
17 Agustosta 2016’da oradayım.Çok faydalandım.Teşekkürler…