Seyahat tarihlerimizde Sri Lanka’ya Türkiye’den direk uçuş olmadığı için Mumbai’den THY + Jet Air aktarmalı gittik. Mumbai’den başkent Colombo’ya 2 saatlik uçuşla indiğimizde güneş ağarmamıştı bile. Yorgun gece uçuşunun sersemliğinden çok kötü bir inişin sarsıntısıyla ayıldık. Vize işlemleri hızla bitti, evrak istemiyorlar “parayı veren buyursun” sistemi geçiyor. Aslında vizemizi gelmeden önce internetten alsaydık kişibaşı 20 USD verecektik, alanda 35’er USD ödedik. İnternetten alınacak vizeye güvenememiştik ama araç ve şoförümüzü mecburen oradan bulmuştuk. Hiç sorunsuz karşılandık şoförümüz ve yerel destek verecek acentacımız tarafından. Burada hızlı hareket edebilmek için şoförlü araç kiralamaktan başka şans yok. Direksiyonda İngilizce konuşan şoförümüz Chami ile turistik cazibesi olmayan başkentten, zaman kaybetmeden Dambulla’ya hareket ettik. Sabahın 5’inde işe ve okula gidenlerin kalabalığına şaşırırken uyuyakalmışız.
Gözümüzü açtığımızda doğan güneşin ilk ışıklarıyla, yemyeşil bir ülkenin sakin insanları, daracık yollarının kural tanımaz trafiğiyle karşılaştık. 4 saatte alabildiğimiz 135 km’lik yol, daha sonra katedeceklerimiz kadar yoğundu.
Sri Lanka 5000 yıllık tarihinin en kanlı dönemlerinden birisini daha birkaç yıl önce kapatabildikten sonra hızla gelişmeye ve turizme açılmaya başlamış . 19. yy. ortalarında İngiliz sömürgeciler tarafından adaya tarım işçisi olarak getirilen Tamiller, nüfusun %20’sini oluşturmalarına rağmen din, eğitim , insani yaşama hakları göz ardı edilerek yerli halk tarafından şiddet gördüklerini söyleyerek ayaklanmaya başlamışlar. İki tarafın da karşılıklı saldırılarıyla başlayan iç savaşta Tamil Kaplanları Örgütü sivil katliamları yaptığı haberleriyle, terör örgütü olarak duyurulurken , artık vatan saydıkları topraklardan ayrılmak istemeyen Tamil halkı da Sri Lanka Ordusu ve halk tarafından misillemele katliamlara maruz kalıyormuş. Biz sadece basından aldığımız bilgilerle kimin haklı kimin haksız olduğunu tam çözemediğimiz gibi bu taraflara uğramayı aklımızdan bile geçirmiyorduk. 1983’den 2009’a iki taraftan toplam 100 bin can kaybı verildikten sonra 2009’da ateşkesle Tamiller haklarını kısmen alarak Sri Lanka’da kalmaya devam etmişler. Kutsal Ülke anlamındaki Sri Lanka da kaliteli çayının bile ününe gölge düşüren kanlı dönemi unutmaya çalışıyor.
Ekonomik ve psikolojik yarayı hızlı sarmanın en iyi ilacı turizm olunca “serbest kazıklama ekonomisi” politikasıyla bütün dünyayı ülkelerine bekliyorlar. Bazı tapınaklarda resmi giriş ücreti dışında ayrıca “gönlünüzden ne koparsa ödemesi” isteniyor. Devlet böyle yaparsa ahali ne yapmaz ki turiste… Dambulla’ya gelince önce eşyaları otele bırakıp hemen Cave Temple’a gittik.
Dünya kültür mirası listesindeki tapınak kompleksi girişteki dev buda heykelinin arkasındaki tepeye kadar uzanıyor. Merdivenleri satıcılar ve maymunlar eşliğinde tırmanırken maymunların yiyeceklerdeki seçiciliklerini hayret ve gülerek izledik.
Tepedeki mağara-tapınakların içi heykellerle dolu. Yatan büyük buda da burada. Adada yüzlerce mağara meditasyon da yapma amacıyla tapınak haline getirilmiş. Ayakkabıların çıkartıldığı yerdeki yaşlı görevli de bahşişini bekliyor. Çok kısa etek veya pantalonla girişe de izin yok. Aşağıya indiğimizde yakın ülkelerden bir devlet adamının ziyareti vardı, kendisini tanıyan kalabalığın yoğun ilgisinden memnun görünen “mühim adam” ( kim olduğunu anlayamadık) çorabının delik olduğunu fark etmemiş olmalı, çok rahat poz veriyordu. Giriş ücreti kişibaşı 1500 rupee. Öğle yemeği için şoförümüz Chami bizi grupların açık büfe yemek yedikleri bir restauranta götürdü. Tahminimizden iyiydi yemekler ama acı sevenlere cennet bir ülkede acı sevmeyenlere pek seçenek yok.. Aslında Dambulla’ya dönüp şehri biraz daha gezip ertesi sabah Sigiriya kayalığına tırmanmayı planlamıştık ama Dambulla pek cazip gelmedi. Yemekten sonra arabayla biraz dolaşıp havanın da çok sıcak olmamasından cesaretle Sigiriya kayalığına gittik. Dile kolay 2000 küsür basamak tırmanacağız.
Bir de çevredeki arılar için uyarılar vardı gezginlerin yazılarında. Chami bizi bıraktığı yerden almayacağını, başka bir noktaya döneceğimizi söyledi. Merdivenlerin tamamı net olarak görülüyor olmasına rağmen peşimize yerel rehberlik yapacağını söyleyenler takılıyordu. “Çok karmaşık, kaybolursunuz” uyarıları bize sökmedi. Hatta biraz sapa kalan freskleri bile bulup başka turistlere tarif edebilecek kadar rahattık.
270 metrelik kayalık aslında Budist rahiplerin meditasyon merkeziyken 5.yy’da tahtı ele geçirmek isteyen 2 üvey kardeşin çatışmasında prens Kashyapa tarafından başkent olarak saray haline getirilmiş. Galip gelen üvey kardeş Moggalla başkenti eski yerine taşıyınca tekrar tapınak olarak kullanılmaya devam etmiş. Eski mekanlarına geri gönen rahiplerin neden burayı tekrar terk ettiklerini öğrenemedik ama Kandy krallığı döneminde askeri amaçlı kullanılmış. Dış yüzeyde bazı yerler öyle parlatılmış ki, “ayna duvar” deniliyor. Fresklerdeki çıplak kadın desenlerini görünce meditasyon yapan rahiplerin dikkatlerini dağıtmış olabileceğini düşünüyorduk ki, gerçekten de tam bu nedenle çoğunu silinmiş olduğunu okuduk. Hatta “sil sil bitmeyecek, daha düz ayak bir tapınak yapalım” deyip gitmiş olabilirler. Çevresi su kanalları, bahçelerle güzel görünse de asıl güzellik yukarıda. “Aslan kayası” anlamındaki Sigiriya’nın aslan pençeleri şeklindeki merdivenlerine geldiğimizde tepeye yakındık artık.… ve muhteşem manzaraya ulaştık.
Sağlık sorunu yoksa , yorgunluğa kesinlikle değen tırmanışın sonunda otoparka döndüğümüzde ter içindeydik ama her yerde uyarıları yazan arı sürüleriyle hiç karşılaşmamış olmanın rahatlığı vardı. Kişibaşı 3300 rupee’lik bilet dışında mecburen ödetilen “bağış” ile ikimize 9000 rupee’ye (70 dolar) malolan kayalıktan mutlu mesut ayrılıp otele döndük. Sabah Kandy’e doğru yola çıktık. Yol :72 km , süre: Allah bilir
Dünden beri Chami’ye gerçek bir köy görme isteğimizi söyleyince yolda uğrayabileceğimizi söyledi. Bir yerde durduk ama köy turu satan bir yere getirmiş bizi. Öküz arabasıyla gidecekmişiz. Peki dedik.
Çevrede bol bulunan göllerden birisinin kıyısına kadar hörgüçlü öküz arabasıyla gidip kayıkla karşıya geçtik.
Turistik amaçlı düzenlendiği belli olan bir evde yerli bir kadın nasıl yemek yaptıklarını anlatan bir gösteri yapıp bize de ikram etti. Pirinçten bir hamur hazırladı. Muz yaprağı içinde pişirdiği hamur ile soğan, kokonat, biber, baharat ezerek toprak kapta hazırladığı yemeği ikram etti, tadı gayet güzeldi. Bizi gezdiren gençlere “amacımız bu değildi, gerçek köy isteriz” diye tutturunca yürüyerek bir yola çıkıp tuktuğa bindik, yolda tarlasından dönen teyzelerle güle oynaya gerçek köy hayatını da görüp arabaya döndük.
Orman, göl, sessizlik , manzara öyle güzeldi ki, turistik atraksiyona getirdiği için söylenmedik Chami’ye. Yola devam… Baharat görmek istiyoruz, biz söylemeden Chami teklif etti bir baharat bahçesine uğramayı. Tabii ki o da turistik. Önce neredeyse bütün baharatların ağaçları tek tek gösterildi. Kullanım yerleri, yararları…vs . Bir sürü krem elimize yüzümüze sürüldü, omuz masajı yapıldı… Sıra alışverişe geldiğinde ayıp olmasın diye bir iki ufak paket aldık, bizden memnun kalmadıkları çok belliydi. Aynı yerde açık büfe yemek olduğu için yemeğimizi de yedikten sonra Kandy’e hareket ettik. Geçtiğimiz yerleşim yerlerinden birisinde bahçedeki öğrencileri görünce durdurduk arabayı. Çocuklar ve öğretmenlerin ilgisi, güleryüzüyle öğretmenler odası ve birkaç sınıfı ziyaret ettik. Bahçe girişinde ilk gördüğümüz birkaç çocuğa şeker vermiştik. Çıkışta aynı noktada, şekerin haberini aldıkları için sıraya giren inanılmaz güzellikte 5-6 çocuk vardı ve başlarını kaldırmadan mahçup mahçup bekliyorlardı. Şekere gülümsediklerinde saatler dursun istedik…
Yapay gölün etrafındaki eski başkent Kandy’i yapılaşma çılgınlığının inşaat gürültüsü ve kirliliğinde bulmaktan üzüntü duyduk.
Çok sayıdaki yeni otellerden birisinde göl manzaralı odamıza yerleştiğimizde , pencerede “maymunlara karşı kapalı tutun” uyarısı yazmasına rağmen tahminimiz kadar çok ziyaretçimiz olamadı. Çünkü inşaatlar maymunların yaşam alanlarına dikiliyor. Birçok kitapta sözü edilen kültür merkezindeki dans gösterisini izlemeye gittik. Beklentilerimizin çok altında bir performansın bitiminde , tamamı turistlerden oluşan seyirciler, hemen yakındaki Sri Dalada Maligawa , bilinen adıyla Buda’nın Dişi Tapınağına yürümeye başladılar.
Budistlerin dünyadaki en değerli kutsal emanet olarak kabul ettikleri diş iç içe geçirilmiş 7 katlı muhafazası içinde özel bir bölümde bu tapınakta saklanıyor. 05.30, 09:30 ve 18:30’daki “Tevava” denilen ibadet saatlerinde küçük bir pencereden sadece dişi saklayan altın muhafaza ziyaretçilere gösteriliyor.Biz de günün son tevavasına yetişiyoruz. Tapınağa sıkı güvenlik kontrolleriyle giriliyor. Yeni biten iç savaş sırasında tamillerin 1998 yılında yaptıkları bombalı saldırının izleri ne yüreklerden, ne de görüntülerden silinebilmiş.
Ayakkabıları çıkartıp biletimizi aldığımızda bu kalabalıkta nereye nasıl gideceğimizi bilemedik bir an. Ziyaretçilerin çoğunun beyaz giymiş ve ellerinde çiçek taşıyor olması dikkat çekiciydi. Dışarıya kadar taşan davul seslerinin kaynağına geldiğimizde sadece kalabalığı izleyerek İngiliz sömürge döneminde bile koruyabildikleri en önemli kutsal emanet olan dişin muhafazasını görebilmek için sıraya girdik. Daracık pencerenin önüne doğru sağlı sollu 2 kuyruk oluşturulmuş. Sağ taraf beyaz kıyafetlerle gelenler için. Yerli halkın dışında başka ülkelerden gelen budistler de var. Yaşlı bir Japon turist grubu da o sırada diziliyor. Her iki kuyruktakiler de ellerindeki çiçekleri pencerenin önüne bırakarak salonun başka yerlerinde beklemeye başladıkları için kalabalık her dakika artıyordu. Sıramızın gelmesi ve görevlilerin “hızlanın” uyarılarıyla ne gördüğümüzü bile anlayamadan pencereden uzaklaşmak zorunda kaldık.Beklediğimiz sürede yakınımızdaki Sri Lankalılar bizimle sohbet ederek sırtımızı kutsal emanetlere dönmeden pencereden geçmemiz gerektiğini, beyaz giymelerinin dişin renginden kaynaklandığını anlattılar,Buda’nın dişine tapınmadıklarını, yeryüzündeki her nesne gibi bunun da Buda’yı anlamak için yalnızca bir araç olduğunu söylediler. Havanın kararması ve kalabalık nedeniyle tapınağı da tam gezememiştik, kapanma saati de gelince elimizdeki biletle kapıdaki görevlinin karşısına dikildik. Yarın sabah aynı biletle sakin sakin gezmek istediğimizi söyledik ve hiç itiraz etmeden kabul ettiler.
Sabah 09:30’da pencerenin önünde olabilmeyi umuyorduk ki, tapınağın girişindeki kültür merkezinin önünde bir düğün gördük.
Rengarenk kıyafetli davetliler, gelin ve damat neredeyse tapınağa dönme nedenimizi unutturuyorlardı. Fakat asıl sürpriz ise tapınakta akşamki kalabalıktan daha fazla insan seliyle karşılaşmamız oldu. Bizi hatırlayan görevlilerden birisi hiç sormadan rehberlik yapmaya koyuldu.Ambarawa tüneli denilen rengarenk desenli kısa koridoru hızla geçip daha önce krallık sarayı olan tapınakta son kralın yaptırdığı sekizgen oda ve büyük buda heykelleriyle fresklerin de bulunduğu bir bölümü de görüp küçük pencerenin önünde tekrar kuyruğa girdik. Yılda bir kez sembolik olarak fil üzerinde şehirde dolaştırılan dişin haftada bir kez de sembolik olarak temizlendiğini öğrendik. Yılda bir kez de gerçekten temizliği yapılıyormuş. Pencerenin tam karşısında bulunan uzun mermer masanın üzeri ziyaretçilerin bıraktığı çiçeklerle doluydu, bir görevli de yenilere yer açmak için masadakileri çöpe süpürüyordu. Gönüllü rehberimiz Buda’dan kalan tek kutsal emanetin bu diş olduğunu anlatmaya başladı.Biz de Myanmar’daki Golden Rock’da Buda’nın saç telinin olduğunu söylediğimizde anlamaz bir ifadeyle baktı. Birkaç yıl önce binbir güçlükle ulaştığımız kayanın uçurumun kenarında durabilme mucizesinin sebebi olarak Buda’nın saç teli anlatılmıştı. Ama buradaki görevlinin bundan bihaber olduğunu anlayınca konuyu kapattık. Tapınağın içinde konferans salonları, kütüphane, Budist okulu ve müzesi var.Özellikle Buda’nın hayatı ve dişin Kandy’e getirilmesini konu alan resimlerin bulunduğu salonda görevliler büyük Buda heykeline sırtlarını dönerek fotoğraf çektiren ziyaretçileri çok sert uyarıyorlar. Rehberimizle vedalaşıp çalan davulların artık içimize işleyen sesinden uzaklaşarak bahçede liseli kızların neşeli kalabalığına karışıp fotoğraf çektirdik. Tapınaktan çıktığımızda hemen yandaki kilise, hindu tapınağı gibi farklı inançların ibadethanelerini de gezmemizi önerdiler. İnançlara hoşgörüde sorun yok gibi görünüyordu. Yolculuğumuz boyunca yerleşimlerden geçerken çokca gördüğümüz camiler, kiliseler de bunun göstergesi.
Baharatları, çayları, tertemiz sahilleri bile bu güzel adada terörün bıraktığı olumsuz izlenimleri henüz silememiş gibi, yılda sadece 1 milyon turist alabiliyorlarmış. Güleryüzlü insanların yeşil ülkesini biz çok sevdik. İsthuti (teşekkürler) Sri Lanka.
Merhaba:)
Yazı için tesekkürler gidecek olan bizler için oldukça aydınlatıcı olmuş.
Merak ettiğim noktaysa neden herkes şoför kiralıyor ? Ulaşımı trenle ya da otobüsle saglasak çok mu sıkıntı olur?
Sri Lanka tropikal bir iklime sahip oldugu icin muson yagmurlar?n?n etkisinde kalabiliyor cogu zaman. Bu yuzden dogu k?y?lar? icin gidilecek en dogru zaman yag?slar?n en az yasand?g? nisan ve kas?m aylar? aras?nda seyahat edebilirsiniz. Bat? ve orta bolgeler ise aral?k ve mart aylar?nda ziyaret edilebilir. Temmuz ve agustos aylar?nda ise festivaller yap?l?r. Bu festivaller renkli ve eglenceli olur.